2010 BESLENME ANAYASASI-Osman MÜFTÜOĞLU

2010 için beslenmenin anayasası...

Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU - Doğru beslenmenin ilk anayasasını 2008’de hazırladık. Anayasanın bazı maddeleri değişmedi, muhtemelen de değişmeyecek ama bu yıl birkaç madde daha ekledik. İşte yeni yılın beslenme yasaları...

BESİN DEĞERİ YÜKSEK, KALORİSİ AZ BESİNLER SEÇİN

Bu yıl da aldığınız her kaloriyi sayın. Gereksiz kalori kazanımından uzak kalın. Kalori bombası zararlı yiyecekleri (şekerli içecekler, kolalı meşrubatlar, cipsler, unlu, şekerli, yağlı atıştırmalar) bu yıl da ıskalayın. Tükettiğiniz yiyeceklerin vitamin, mineral ve lif ile dolu olmasına dikkat edin. ıçinde fazla şeker, yağ, fazla kalori olan ve besin değeri olmayan ürünleri kullanmayın. Yaşlandıkça besin ihtiyaçları değişir. Vücut daha az yağlı ve daha az kalorili besinlere ihtiyaç duyar.

YİYECEKLERİNİZİN YAĞ MUHTEVASINI AZALTIN

Toplam yağ oranı ve doymuş yağ miktarı düşük bir diyet, damarsal yaşlanmayı ve damar sertliği oluşumunu önler, kalp krizi ve felç riskini azaltır. Böyle bir diyet aynı zamanda bağışıklık sisteminin zayıflamasını engeller. Araştırmacılar doymuş yağlardan fakir, sebze ve meyveden zengin diyetlerin kanseri önlediğini tespit etmişlerdir. Kırmızı eti haftada bir seferden fazla tüketmek kolon kanseri riskini de artırır. Bu nedenle kırmızı eti haftada bir veya iki seferden fazla yemeyin. Et alırken yağsız kısımlarını tercih edin. Yağ oranı düşük olan besinlere (yağsız süt, yoğurt, peynir...) öncelik verin.

SAĞLIKLI BİR KİLODA KALIN

Hepimiz kalem gibi ince olamayız. Önemli olan sağlıklı kilomuzu muhafaza etmemizdir. Gençlik için yemenin en kolay ve en basit yolu düşük yağlı bir diyetle beslenip düzenli egzersiz yapmaktır. Sabit olmayan bir kilo seyri fazla kilodan daha tehlikelidir. Sık kilo alıp verenlerde sağlık problemleri daha sık görülmektedir.

BESLENMENİZİ ÇEŞİTLENDİRİN

Herkes dengeli yediğini sanır ama bu pek doğru değildir. Çoğumuz meyveyi, sebzeyi düzenli olarak tüketmeyiz. Besinlerle günde 25-30 gr. lif almanız gerekmektedir. Tek düze bir beslenme sağlıklı değildir, gerçek yaşam sürenizi azaltır. Eğer günlük olarak 5 çeşit yemek yiyebiliyorsanız, bu sizin 5 yaş daha genç kalmanızı sağlar. Bu beş grup neleri içermektedir? Ekmek yani tahıl grubu, meyve, sebze, süt ürünleri (süt, yoğurt, peynir...) ve et. Bu tür bir beslenme size fazla kalori almadan sağlıklı ve dengeli beslenme sağlar.

HER GÜN SEBZE YİYİN

Yağ oranı ve kalorisi düşük, besin değeri yüksek bir diyet yapmak istiyorsanız sebze yemelisiniz. Sebzeler çok fazla lif içerdikleri için verdikleri doygunluk hissi de fazladır. 20-40 kalorilik bir servis sebze ile doyabilirsiniz. Bununla aynı zamanda da bol bol vitamin, karoten, flavonoid alırsınız. Günde 5-6 kez küçük porsiyonlar halinde meyve ve sebze tüketiniz. Unutmayın ki sarı, turuncu ve kırmızı sebzeler temel vitaminleri, karoten ve doğal antioksidanları daha çok içerir. Atıştırmak istediğinizde dolapta hazır bulunan doğranmış havuç, salatalık, kereviz, mantar, biber ve turp yiyebilirsiniz. Çiğ yenilen sebzeler bütün vitamin ve mineral içeriğini korur. Lif açısından da daha zengindir.

MEYVE YEMEYİ UNUTMAYIN

Meyve tüketiminde artış uzun yaşamaya katkıda bulunur. Meyveler; vitamin, lif, karoten ve diğer besin maddeleriyle yüklüdür. Antioksidan etkileri ile yaşlanmayı önlemede önemli oldukları bilinmektedir. Karotenoidler sadece kırmızı, turuncu, sarı renkli sebze ve meyvelerde değil, yeşil sebzelerde de bulunur. Likopen, domateste bulunan en önemli karotenoid’dir. Prostat kanserinden korur. Karotenoid’den zengin sebze ve meyvelerden oluşan bir diyet gençliği yakalamanıza yardımcı olur. Vücuttaki serbest radikal artışını önleyici işlevi vardır. Flavonoid’den zengin diğer besinler soğan, yeşil çay, brokoli, elma, üzüm, kerevizdir. Meyvelerin bir servisi 35-60 kalori arasındadır. Bunlar düşük kalorili alternatif yemek veya şekerlemelerdir. Günde iki-üç meyve yemeye çalışın. Bunlardan bir tanesi turunçgiller olsun. Böylelikle bağışıklık sistemi yanıtınız da yükselecektir.

TROİD VE KİLOLAR-Osman MÜFTÜOĞLU

Tiroid kilo verdirmiyor.

Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU Bir süredir ilgili ilgisiz, bilgili bilgisiz, tecrübeli tecrübesiz aklına esen herkes sağlık önerilerinde bulunmaya başladı.

Bunlardan bir kısmının iyi niyetli olduğu kesin. Bir kısmı ise torbasını doldurmak veya şöhret olmak peşinde.

Bunların bir kısmı ot-çöp ya da alet-edevat tüccarlığı da yapan sözde uzmanlar. Önerilerinin zararlı olabileceğinden endişe eder, uyanık ve dikkatli olmanızı tavsiye ederim.

Beş yıla yakın bir süre size, ‘İyi hayatın bedensel ve ruhsal sağlıkla ilgili yanlarına dair’ bazı bilgiler aktarmaya çalışıyorum. ‘Şöyle yiyin, böyle uyuyun, şu kadar yürüyün, stresle mücadele için şunları deneyin’ gibi bazen kısa, bazen uzun, bazen pahalı, bazen ucuz, bazen kolay, bazen zor önerilerde bulunuyorum. Bildiklerimi aktarırken bir şeye hep dikkat ettim: Dozu ve kıvamı kaçırmamak. Sizi asla korkutmamak ve yanıltmamak.

Ama son zamanlarda dikkatimi çeken iki-üç nokta var ki bunlar beni biraz kaygılandırıyor: Bazı gelişmeler bir şeylerin yanlış gittiğini, yanlış bir yola girildiğini düşündürüyor. İnşallah yanılıyorumdur.

Yanlış bilgi zararlı

Kafamı karıştıran noktalardan biri ilgili ilgisiz bilgili bilgisiz tecrübeli tecrübesiz aklına esen herkesin sağlık önerilerinde bulunmaya başlaması. Bunlardan bir kısmının iyi niyetli olduğu kesin. Bir kısmı ise torbasını doldurmak veya şöhret olmak peşinde. Akla hayale gelmez tavsiye eder, akıl dışı önerilerle, hatta bazen dini duyguları da alet ederek aslı astarı olmayan yöntemlerden bahsedip sağlığınıza zarar verebilecek önerilerde bulunuyorlar. Bunların bir kısmı ot-çöp ya da alet-edevat tüccarlığı da yapan sözde uzmanlar. Önerilerinin zararlı olabileceğinden endişe eder, uyanık ve dikkatli olmanızı tavsiye ederim.

İkinci nokta birinciden daha da önemli. Sağlık-hastalık konuları böyle çok sık konuşulunca halkta gereksiz bir ‘sağlıklı olma stresi,’ ‘hastalık korkusu’ başladı. ‘Lezzetin, tadın, keyfin’ önemi bir kenara bırakıldı. Her şey sadece ‘sağlıklı olma’ iddiası ile değerlendirilir oldu. Ortaya çıkan bilgi kirliliği sağlıklı insanlarda bile, ‘Acaba bu hastalık bende de mi var’ gibi tereddütlere yol açmaya başladı. Sağlıklı yaşam konusunda dayatılanlar, anne-babaları, öğretmenleri, hatta yetişkin insanları bile strese soktu. ‘Acaba yeteri kadar uyuyor muyum, Yediğim şeylere sakın kanserojen bir şeyler bulaşmış olmasın, yeteri kadar sağlıklı beslenebiliyor muyum’ gibi sorular çoğu insanı hastalık hastası ve biraz da obsesif yaptı. Çoğu anne çocuğunun gelişiminden kuşku duyuyor. Basit sağlık sorunlarında bile aşırı bir telaşa kapılıyor.

Ne yapmalı
Kısacası yaratılan bilgi kirliliği ve bilgi bombardımanının kendisi sağlık için tehlikeli ve zararlı bir faktör haline geliyor. Anlatmak istediğim şey şu: Duyduğunuz, okuduğunuz her bilgiye hemen inanmayın. Birkaç kaynaktan daha teyit etmeden bu tür ‘yeni ve iddialı’ bilgileri hemen kullanmayın. Yeni bir ürünü biraz denenmeden satın almayın. Duyduğunuz şeylerin henüz yeteri kadar denenmemiş, onaylanmamış, hatta art niyetli olabileceğini unutmayın. Ve bu arada hayatın her alanında olduğu gibi sağlığınız konusunda da biraz esnek, azıcık hoşgörülü olun. Sağlıklı biri olma, uzun yaşama, hastalanmama iddialarını abartmayın. Yoksa bedensel sağlığa odaklanacağım derken ruh sağlığınızdan olabilirsiniz.

Tiroidiniz tembelse işiniz gerçekten zor

AKLINIZDA OLSUN- Genç kız ve kadınlarda ergenlik dönemine geçiş, gebelik ve gebelik sonrası dönem, menopoz başlangıcı veya ameliyat sonrası dönemler veya ruhsal travmalar, akut anksiyete atakları, depresyon, panik bozukluk gibi ruhsal hastalıklarda bağışıklık sistemi de durumdan etkileniyor. Bağışıklık cevapları sapıtıyor, (özellikle genetik bir eğilim de varsa) acayipleşiyor. Anormal bağışıklık yanıtları ortaya çıkıyor. Bu gelişmeler tiroid bezine hasar verebiliyor. Bu hasarın ağrısı, sızısı, ateşi veya başka bir sıkıntısı da olmuyor. Sonuçta gözden kolayca kaçıyor. Tiroid yetmezliği oluşsa bile çoğu zaman çok geç bir aşamada fark ediliyor.

Bu nedenle tiroid hormonlarının üretiminin azaldığına işaret eden belirtilerin iyi bilinmesi gerekiyor.

Bu belirtilerin en önemlileri şunlar:

* Birdenbire başlayan ve şiddeti kabızlık,
* Saç dökülmesi, kırılması, ince ve kalitesiz, canlılığını kaybetmiş bir saç gelişimi,
* Sürekli üşüme,
* Kilo almada ve vermede zorlanma,
* Ciltte solukluk, özellikle ayak ve yüzde soluk-mumsu bir cilt yapısının ortaya çıkması
* Varlığını her gün biraz daha hissettiren yorgunluk hali
* Âdet düzensizlikleri, periyot süresinin kısalması, seyrek adet görmeye başlamak
* Cinsel istekte azalma
* Uzun uykulardan bile yorgun uyanmak
* Depresyonla karıştırılacak düzeyde bir bitkinlik, halsizlik, yorgunluk, isteksizlik durumu
* Unutkanlık yakınmasının başlaması
* Varlığını her gün biraz daha hissettiren kas ve eklem ağrıları.

Osman MÜFTÜOĞLU-SUDA BEKLETİLEN CEVİZ KOLESTROLÜ DÜŞÜRÜR MÜ?

Geceden suda bekletilmiş ceviz suyunu veya iyice ezildikten sonra alkole yatırılmış sarımsağı, içilen limon suyunu sabah aç karna içmenin kolesterolü azalttığı doğru değil! Eğer miktarı abartılmaz, günde 2-3 cevizle yetinilirse ceviz kolesterolle mücadele programınızın bir parçası olabilir. Prof. Dr. Osman Müftüoğlu

Bazı yiyeceklerin kolesterolü yükselttiği, bazılarının da düşürdüğü doğru. Bu nedenle kolesterol yüksekliğiyle mücadeleye beslenme tarzınızı gözden geçirerek başlamalısınız.

Ceviz, sarımsak, elma, yulaf kepeği, limon kolesterolü düşüren besinlerin en ünlüleri. Ne var ki, geceden suda bekletilmiş ceviz suyunu veya iyice ezildikten sonra alkole yatırılmış sarımsağı, içilen limon suyunu sabah aç karna içmenin kolesterolü azalttığı doğru değil! Cevizin omega-3 yağları ve bitkisel sterollerden zengin olması onu kolesterolü yüksek olanlara tavsiye edilen besinlerin birinci sırasına yerleştirdi. Bu bilginin bilimsel temelleri olduğunu Amerikan İlaç ve Besin Kurumu (FDA) onayladı. Eğer miktarı abartılmaz, günde 2-3 cevizle yetinilirse ceviz kolesterolle mücadele programınızın bir parçası olabilir. Yüksek kolesterolle mücadeleyi akşamdan suda beklettiğiniz cevizin sabah aç karnınaa suyunu içip üstüne cevizleri yemek şeklinde sürdürürseniz söz konusu ritüelin de herhangi bir zararını görmezsiniz. Kolesterol yüksekliğiyle mücadelenin beslenme tarafındaki en önemli noktaları, tam yağlı hayvansal ürünlerden (et ve süt ürünleri), sakatat içeren yiyeceklerden, mandıra besinlerinden, trans yağ ihtiva eden fırın, pastane imalatlarından uzak durmak. Çünkü tam yağlı süt ve süt ürünleri, salam, sucuk ve benzeri şarküteri ürünleri, tam yağlı etler ve iç organlar, kolesterolden ve kolesterol üretimini arttıran doymuş yağlar açsından zengin. Ayrıca sebze meyveyi, tam tahılı ve bakliyatı bol bir beslenme planına uymanızın da faydası olacağını unutmayın.

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu Öneriyor :

Size yeni ve etkili bir önerim var. Bu öneriyi en az üç ay uygulayın, büyük bir olasılıkla iyi sonuç alacaksınız: Her gün kahvaltıda 50 mililitre (1/4 su bardağı) taze nar suyu için!

Osman MÜFTÜOĞLU-ANTİOKSİDANLAR KANSERİ ÖNLER Mİ?

Antioksidanların kanserden korunma kalkanımızı güçlendirdiği doğru ama kanserden korunma umudunuzu yalnızca antioksidanlara bağlarsanız beklentinizin boşa çıkma olasılığının yüksek olduğunu söyleyebilirim. Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU

Kanseri tetikleyen tek şey sadece DNA’nın maruz kaldığı oksidan zararlar olsaydı, bu soruyu “evet” diye yanıtlayabilirdik. Ne var ki kanseri tetikleyen daha pek çok neden var. Her türlü kanserde ortak özellik “DNA’nın hasar görmesi” problemi olsa da bu hasarın tek nedeni serbest radikallerin ve diğer oksidasyon ajanlarının verdiği zararlar değildir.

İşte bu nedenle yalnızca antioksidan kapasitenizi artırarak bu sorunu çözemezsiniz. Özellikle antioksidanları haplar halinde alarak bu problemden kurtulabileceğinizi zannediyorsanız yanılırsınız.

DOĞRU YOLDAN KAZANMAK DAHA ETKİLİ

Hayal kırıklığı yaratmak istemem ama bu bilgi -ne yazık ki- doğru. Antioksidanların kanserojen olarak hareket eden nitrojen bazlı moleküllerin oluşumunu engellediği, DNA hasarını önleyen bir koruyucu kalkan gibi hareket ettiği de doğru.

Antioksidan yiyecek ve içeceklere beslenme planında daha çok yer verenlerde kansere yakalanma sıklığı azalır. Bedeninize daha fazla C ve E vitamini, beta karoten, selenyum, çinko kazandırabilirseniz ve bu kazanımı diğer antioksidanlarla örneğin likopen (domates, karpuz, pembe greyfurt), kateşin (yeşil veya siyah çay), antosiyaninler (siyah erik, kiraz, siyah üzüm), rezveratrol (siyah üzüm, üzüm suyu, pekmez), kuvarsetin (elma, soğan), sülforafan (lahana, turp) ile taçlandırabilirseniz bu listeyi daha da uzatmak mümkün işiniz son derece kolaylaşır.

DESTEKLER FAYDASIZ OLABİLİR

Bununla birlikte son zamanlarda giderek artan bir suistimal konusu haline gelen “antioksidan destek kullanmak”, yani bazı antioksidanları içeren besin desteklerini yutmanın kanseri önleyebileceğine dair bir işaret, bir veri yok! Bulgular maalesef olumsuz, umutsuz ve hayal kırıcı. Hatta bu destekleri kullananlarda bazı ters sonuçlar bile ortaya çıkabileceğini gösteren bulgular var.

Mesela Finlandiya’da yapılan bir çalışmada, sigara içenlerin antioksidan olarak betakaroten kullandıkları takdirde akciğer kanseri risklerinin artabileceğini gösteren sonuçlar alındı.

Sonuç olarak belirli bir kanserden korunmak amacıyla değil de sağlığı desteklemek ve bağışıklık sisteminizi kansere karşı güçlendirmek ve antioksidan bir kalkan oluşturmak amacıyla antioksidanlardan zengin bir beslenme tarzı oluşturmanızı ben de tavsiye ederim. Beslenme planınızda daha fazla taze ve renkli sebze, meyve bulunması bu yönde atacağınız en önemli adım olacaktır.

Ama siz siz olun kanserle mücadele planınızı her gün yutacağınız birkaç antioksidan hapa emanet etmeyin.

Osman MÜFTÜOĞLU-MEDENİ DİYET VE MUTLU SON

Diyet” sözcüğü sevimsizdir! Her diyet özellikle tekrarlandığında yorar, hatta bunaltır. Bu nedenle zorunlu kilo kayıpları söz konusu değilse kilo programlarını mutlaka medenileştirmek gerekiyor. Bu yazının işinize bir hayli yarayacağını söyleyebilirim.

Daha önce sık sık diyet yapmış insanlar için “diyet=mahru-miyet”tir, “diyet=kısıtlanma”dır, “diyet=sosyal yaşamı sınırlama, yeme-içme keyfini bir süre askıya alma” demektir. Kısacası diyet zamanları sıkıcıdır. Ve yine çoğumuz için “kilo vermek=diyet yapmak”, ya bir yerlerden bir liste bulup onu uygulamak ya da bir diyetisyenin kapısını çalmaktır. Halbuki kilo sorununun sebebi her zaman çok yemek değildir. Kilo vermek için ille de diyet yapmanız gerekmez.

Ne zaman kilo vermenin zorluğundan söz açılsa aklıma 9’uncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in yaklaşımı gelir. O kilo vermek söz konusu olduğunda “Doktor mümkünse medeni bir diyet yapalım!” derdi. Anlayacağınız “medeni diyet” tanımının patenti bana değil, Süleyman Bey’e aittir. Bu yazı herhangi bir kilo merkezine gitmeden, kendi kendinize yapabileceğiniz kilo kaybı sağlayıcı bir beslenme tarzı değişikliğinin, daha doğrusu “medeni bir diyet”in özetidir.

1- Kahvaltıyı erken yapın

* İyi bir kahvaltı kiloyu korumanın garantisidir. Düzenli kahvaltı, akşam saatlerinde de açlığı hafifletir. Özellikle proteinden zengin bir kahvaltı (yumurta, sebzeli, peynirli omlet, az yağlı peynir veya yoğurt) gün boyu açlık dalgalanmalarını önlemenin garantisidir. Tokluğu uzatır. İnsülin dalgalanmalarını önler. İnsülin direncini engeller. Benim önerim kahvaltıyı mümkün olduğu kadar erken saatlerde yapmanızdır. Çünkü erken kahvaltı yapmak tokluk hissini daha çok destekliyor.

2- Sık ve az yiyin

* Kilo kontrolünü korumanın bir yolu da sık ve az yemektir. Kilo problemi olanların yaptığı en önemli hata gün boyu bir şey yemeden akşama kadar aç bilaç gezmek, akşam eve dönünce freni patlamış bir kamyon gibi hızla, tıka basa yemek, adeta çiğnemeden yutmaktır. Araştırmalar günde üç ana, iki ara öğün yemek yiyenlerde metabolizmanın daha hızlı çalıştığını, insülin-şeker dalgalanmalarının azaldığını, insülin direnci olasılığının düştüğünü, hipoglisemi nöbetlerinin en aza indiğini gösteriyor.

3-Öğün atlamayın

* Öğün atlamak kilo kontrolünü bozan önemli bir nedenidir. İştahını kontrol edemeyen, hızlı yiyen, bir öğünde neredeyse bin kaloriyi midesine indiriverenlerin çoğu gün boyu aç gezip takip eden öğünde fazla miktarda yiyenlerdir. Açlık kürleri ya da çok düşük kalorili bir beslenmeyle kilo vermeye çalışmak da vücuda verilebilecek en kötü mesajdır. Çünkü genetik metabolik ve kimyasal yapınız mide yağ hücresi ve beyin bağlantınız açlığı “durum kötü, enerji kazanımında problem var, süratle yağ depolama moduna geç” mesajı şeklinde algılar.

4-Yemekten sonra yürüyün

* Eğer kilo vermek istiyorsanız akşam yemeğini mümkün olduğu kadar erken yiyin, hatta yatmadan 2-3 saat önce yeme içmeyi –su hariç- tümüyle kesin. Bir zamanlar “kalori kaloridir, hangi saatte alınırsa alınsın fark etmez” palavrasına (!) ben de inanırdım. Ne ki gözlemler bu fikri doğrulamıyor. Yatmadan önce kazanılan kaloriler metabolizmayı yavaşlatıyor. Ayrıca süratle yağa dönüşüyor, sizi enine büyütüyor. Kısacası akşam kalorilerini yakmadan tok karna yatağa girmek doğru değil. Vücudunuza destek için akşam yemeğinden sonra yürüyüşe çıkmak işinizi daha da kolaylaştıracaktır.

5-İştah artırıcılardan uzaklaş

* Yemekten önce alınan alkol (özellikle rakı, votka, viski) çoğu insanda iştah artıran bir hipoglisemik etki yapar, çok yemek yedirir. Ara öğünlerde yenen şeker, un, nişasta zengini atıştırmalar (bisküvi, grissini, cips, kraker, gofret, şekerlemeler) da aynı şekilde iştahı kontrolden çıkarır. Yemek seçimleri de önemlidir: Şeker ve rafine karbonhidratlardan zengin besinler yendikçe daha çok yedirir. Yemeğe sıcacık bir ekmekle başlamak (!) ve yemeğe başlayana kadar “ekmek-yağ” muhabbetine takılmak da tehlikelidir. Fazla miktarda acının –makul miktarda acı biberi tavsiye ederiz-, hazır salata soslarının, mayonez, ketçap ve benzerlerinin de iştahı kontrolden çıkarabileceği aklınızda olsun.

6-Tehlikeli yiyecekleri azaltın

* Genetik mirasınızda ne yazarsa yazsın kilo almanızı kolaylaştıran ortak bazı besinler var. Özellikle ailesinde karın çevresinden şişmanlama eğilimi olanlar, açlık veya tokluk şekeri yüksekliği bulunanlar, yemek sonrası yorgun hissedenler, fazla meşrubat içenlerin bazı yiyeceklerden uzak durmaları şart. Beyaz pirinç, undan yapılmış makarna, beyaz ekmek, paketlenmiş her türlü atıştırmalar, patates kızartmaları, cipsler herkesin kilo almasını kolaylaştırıyor. Listeye fast food gıdalarını da ekleyin.

7-Stresliyken fazla yemeyin

* Stresin daha kolay kilo aldırdığı kesindir. Stres yağlandırıyor. Yağlanmak stres yapıyor! Kısacası tam bir “kartopu etkisi” söz konusu. Stres bazı hormonların üretimini artırırken, bazılarını azaltıyor. Uzun süren ve tekrarlayan streslerin kilo kontrolünü güçleştirdiği kesin. Daha da önemlisi stres yeme davranışlarınızı bozduğu, iştah kontrolünü sabote ettiği için büyük bir tehlikedir. Bu nedenle stresliyken yememeye, stresi azaltacak desteklerden (magnezyum gibi) istifade etmeye çalışmalısınız.

8-Geceleri buzdolabının yanına yaklaşmayın

* Her türlü uyku probleminin daha kolay yağlandırdığı, uykusuzluğun metabolizmayı yavaşlatıp ertesi gün gereğinden fazla kalori almaya teşvik ettiği, uykusuz geçen gecelerin “mutfak-buzdolabı ziyaretleri” seremonisine dönüştüğü biliniyor. İyi ve düzenli bir uykunun kilo vermeyi de kilo sorununu kontrol etmeyi kolaylaştırdığı kesindir.

9- Ev yemeğini tercih edin

* Evde yenen yemeklerin kalorisini ve miktarını kontrol etmek daha kolaydır. Evde yemek alkol kullanımını da azaltıyor. Evde tatlı tüketimi daha azdır. Sebze yemekleri, bakliyat grubu besinler evde daha sık yenir. Lokanta yemekleri yüksek kalorilidir. Kısacası ev yemeği kilo kontrolünü kolaylaştıran bir faktördür.

10-Birlikte sofraya oturun

* Yalnız yenen yemeklerde hızlı ve gereğinden fazla yeme olasılığı yüksektir. Yalnızlık hissi atıştırma sıklığını artırır. Yalnız geçirilen saatler de mutfak-buzdolabı ziyaretlerini sıklaştırır. Kuruyemiş, tatlı, cips paketleri, çikolata tabletleri ile dostluğu pekiştirir. Birlikte yemek az yedirir, keyif ve huzur verir. Bu duyguların tümü kanınızdaki kortizolü düşürür, iştahınızı dengeler, metabolizmanızı ateşler.

Osman MÜFTÜOĞLU-GÖBEĞİNİZ VARSA DİKKAT

Göbeğiniz varsa dikkat

Gereğinden fazla yağ depolamanın her türlüsü sağlığa zararlıdır ama özellikle karın çevresi ve göbekte biriken yağların hayatı tehdit edici bazı problemlere yol açabileceği kesindir.

Genelde “gövdesel şişmanlık” veya “elma tipi kilo alma” olarak tanımlanan, bizim “göbek-gıdık kilosu” diye adlandırdığımız bu tür kilo kazanımlarının yol açtığı sağlık sorunlarının en önemlisi, kalp krizleri ve inmelerdir. Bunları yetişkin tipi şeker hastalığı ve hipertansiyon izler.

Bel çevresinin kalınlaşmasıyla kendini gösteren bu tür şişmanlık kozmetik bir sorun olmaktan çıkmış, yaşadığımız günlerin en önemli sağlık tehditlerinden biri haline gelmiştir.

Göbek-karın yağlarının önemini birçok kez yazdık ama konu önemli olduğu için yazmaya ve aklınızda tutmaya devam edeceğiz. Çünkü son yıllarda yaşadığımız diyabet ve hipertansiyon patlamasının, kalp-damar hastalığı salgınının arkasında önemli ölçüde bu problem var.

ŞEKER HASTASI YAPABİLİYOR

Orta yaşlı kişilerde görülen ve yetişkin tipi şeker hastalığı olarak bilinen sorunun kilo artışıyla ilgisi kesindir. Bu tür diyabet vakalarının neredeyse dörtte birinin gereksiz yere alınan kilolarla oluştuğu, özellikle beş kilo ve üzerindeki kilo kazanımlarının Tip2 diyabeti tetiklediği bilinmektedir.

Bunun nedeni insülin-şeker ilişkisinin bozulması, karın, göbek ve iç organlar çevresinde, özellikle karaciğerde biriken yağların insüline cevapsızlık halini, yani insülin direncini ortaya çıkarmasıdır. Eğer genetik mirasınızda diyabet varsa, bu mirasa bir an önce kavuşmanın en etkili yolunun göbeklenmek olduğunu söyleyebilirim.

TANSİYONU YÜKSELTİYOR

Karın, göbek, kalça kilolarının kalp-damar hastalığı ve felç riskini artırdığı da kesindir. Bu artışta insülin direnci kadar kan-yağ dengesinin bozulmasının ve muhtemelen kilo artışına bağlı hipertansiyonun da katkısı vardır. Öyle görünüyor ki vücut ağırlığının yüzde 20’sini geçen artışlar koroner kalp hastalığı riskini de aynı oranda yükseltiyor.

Kilonuz arttıkça kan basıncınızın da yükseleceğini aklınızdan çıkarmayın. Kilo artışı göbek-karın bölgesindeyse bu tehlikenin kaçınılmaz olduğunu unutmayın. Fazla kilo vücudun kan basıncını ayarlayan sistemlerini çalışamaz hale getiriyor. Pek çok yolla kan basıncını yükseltiyor.

KANDA YAĞ DENGESİNİ BOZUYOR

Göbek bağlamanın iyi kolesterolü azalttığı, kötü kolesterolü yükselttiği de biliniyor. Bu süreç hipertansiyon, diyabet ve kan şekeri yükselmesi gibi diğer risklerle birleştiğinde felç-inme riskini de tetikliyor.

Özetle fazla kilolar herkeste eklemlere yük bindirir, safra taşı riskini yükseltir, mutsuzluğa ve depresyona yol açar, yorgunluk, bitkinlik, halsizlik yapar, osteoartrozdan topuk dikenine, guttan bel fıtığına pek çok romatolojik-ortopedik probleme yol açar, hormonal sistemi bozar, reflü hastalığını azdırır, solunum sistemini zorlar, varis ve benzeri problemleri, selülit yakınmalarını erken yaşlara kaydırır ama özellikle karın-göbek bölgesine yerleştiğinde yaşamı tehdit eden bu sonuçları nedeniyle daha çok ciddiye alınmalıdır.

Kansızlık neden oluşur?

Kan hücrelerinin kanamalar nedeniyle kaybedilmesi ya da bu hücrelerin gelişip büyümeleri, işlerini doğru dürüst yapabilmeleri için lazım olan maddelerin vücutta yeteri kadar kazanılmadığı durumlarda kansızlık sorunu başlar.
Basit bir hemoroid kanamasından mide bağırsak kanamasına, genç kız ve kadınlarda gereğinden uzun veya yoğun geçen periyodik kanamalardan ağrı kesicilere (mesela aspirine) bağlı mide erozyonlarına kadar birçok neden kan kaybına bağlı kansızlık yapabiliyor.

Yoğun ve uzun süren ya da çok sık tekrarlayan periyotlar nedeniyle oluşan kansızlık özellikle doğurganlık çağındaki genç kız ve kadınlarda sık görülen bir durum. Ayrıca demir eksikliği de önemli bir kansızlık nedeni.

Demir noksanlığı da özellikle kadınlarda kanamalara ve sık doğumlara bağlı kansızlıkların önde gelen nedeni. B12 ve folik asit gibi B grubu vitaminler de kansızlığa yol açabiliyor.

B12 vitaminine bağlı kansızlık sık diyet yapanlarda vejetaryenlerde et yemeyi ihmal edenlerde ve bağırsaklarda B12 emiliminin bozulduğu yaşlı insanlarda sık görülüyor.

Folik asit eksikliğine bağlı kansızlık daha seyrek görülen bir durum. Ayrıca genetik kökenli kansızlıkların olduğu da akılda tutulmalıdır.

Sezaryen gerekçeleri nelerdir?

Doğum yapan kadınların dörtte birine yakını bazı gerekçelerle sezaryene gitmek zorunda kalabilir. Normal şartlarda yüzde 15-20 civarı bir sezaryen oranı kabul edilebilir olarak görülmektedir. Ultrason ve fetal monitör gibi erken teşhis yöntemleri ve bunların kullanımının yaygınlaşması ise sezaryen oranlarını etkileyebilir niteliktedir. Doktorun sezaryen önerebileceği durumlar şunlardır:

- Önceden sezaryen geçirilmişse veya rahimle ilgili bir operasyon yapılmışsa
- Bebek çok iri ise
- Bebek makat veya ayak ile geliyorsa
- Bebek omuzuyla geliyorsa (yan duruş)
- Plasenta (eş) ile ilgili problem varsa (erken ayrılması veya önde gelmesi gibi)
- Kuvvetli ağrılara rağmen doğum yavaş ilerliyorsa veya ilerleme durmuşsa
- Kordon sarkması varsa
- HIV veya genital herpes varsa
- Çoğul gebelik mevcutsa (ikiz, üçüz gibi)
- Bebeğin kalp atımları bozulmuşsa
- Şeker veya yüksek tansiyon gibi ciddi ve yoğun bakım gerektiren bir durum varsa
- Bebeğin belirli bir doğumsal anormalliği varsa

Selenyum ne işe yarıyor?

Selenyumun güçlü bir antioksidan olan glutatyon perokzidazın yapıtaşı olması, bu doğal mineralden antioksidan olarak faydalananların sayısını artırdı. Araştırmalar, özellikle yoğun tarım yapılan topraklarda yetişen yiyeceklerin selenyumdan yoksun kaldığını ve bu nedenle yiyeceklerle kazandığımız selenyum miktarının her yıl biraz daha azaldığını gösteriyor.

Vücuda daha çok selenyum kazandırmanın en iyi yolu daha çok balık, kırmızı et, yumurta, tavuk ve baklagil yemektir. Eğer bundan emin değilseniz zaman zaman 2-3 aylık sürelerle 50-100 mikrogram günlük dozlarda selenyum kürleri uygulayabilirsiniz.

Selenyum desteğinin tavsiye edildiği durumlardan biri de Haşimato hastalığı. Haşimato hastalarında selenyum desteği kullanmanın sorunu kontrol altına almayı kolaylaştırabileceği belirtiliyor.

DİYET GAZİSİ OLMAYIN-Osman MÜFTÜOĞLU

Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU - Kilo vermek için bir diyete başlamak çok önemli bir karar. Çünkü her diyet sağlığa ciddi bir müdahale. Bilgi, ilgi, dikkat, doğru bir plan ve bilinçli bir takip ister.

Eğer diyet yaparken bedeninize doğru mesajlar vermiyor, doğru talimatlar gönderemiyorsanız kısa bir süre sonra metabolizmanız bozulur. Hormonal sistemleriniz iflas etmese de şaşırmaya başlar. Özellikle bilimsel dayanağı olmayan “popüler, moda ve absürt diyetler”in çoğu pek çok insanın diyet gazisi olmalarına, sağlıklarını kaybedip hastalanmalarına, psikolojilerini bozmalarına ve sonra da verdiklerinden çok daha fazla kilo kazanmalarına yol açar.

BEDEN KULLANIM KILAVUZU

Her bedenin kendine özel bir kullanım kılavuzu var. Neyi, ne zaman, ne kadar, ne sıklıkta, hangi yiyecekle birlikte yiyip içeceğiniz, ne kadar kaloriye ihtiyaç duyduğunuz, öğünlerinizin yapısı, öğün aralıklarınızın sıklığı, ara öğün kalorilerinizin miktarı hepimiz için farklı. Özellikle genetik olarak insülin direnci geliştirmeye hazır olan birinin glisemik yüke dikkat etmeden bol karbonhidratlı, özellikle bol şekerli, unlu, nişastalı ve/veya yüksek kalorili beslenmesi önce insülin direncine, sonra kilo sorunu, sonra da şeker hastalığına sebep olur. Kullanım kılavuzunda kolesterol problemi bulunan birinde yüksek proteinli “Atkins diyeti” çok geçmeden koroner damarlarda tıkanıklıklar yapar, felç olasılığına yol açar.

Genetik yapınıza, genetik potansiyelinize, sağlık sorunlarınıza, kişisel yapınıza uygun beslenme planlarıyla yola çıkmazsanız diyet yapmanın bir süre sonra sağlığı bozmakla eş anlamlı olabildiğini unutmayın. Ayrıca kilolu olmanızın hormonal ya da tıbbi nedenlerini olabileceğini de aklınızdan çıkarmayın. Böyle bir durumda gerçek nedeni bulana kadar hiçbir diyet ve egzersiz önerisine kulak asmayın. Bozulan metabolizmanızı düzeltmek, durma noktasına gelen metabolik hızınızı tekrar harekete geçirmek ancak genetik yapınızın anlaşılması, metabolizmanızın araştırılması, hormonal ve tıbbi nedenlerin değerlendirilmesi, teşhis ve tedavi edilmesinden ve bunlara uygun bir beslenme-aktivite planı oluşturulmasından sonra mümkün olabilecektir.

İYİ VE KÖTÜ KARBONHİDRATLAR

Karbonhidrat grubu yiyecekler en çok tüketilen yiyecekler. Bu grupta tahıllar, bakliyat grubu besinler, sebze ve meyveler var ve bunlar beslenmemizin temel direği. Karbonhidratlar olmazsa sağlığımızı korumanın zorlaşacağı kesin. Son yıllarda yaşanan karbonhidrat düşmanlığının yanlış olduğu da... Sorun tahıl, bakliyat, sebze, meyvelerde değil, “beyaz tehlike” diye tanımlanan problemli karbonhidratları (un, şeker) fazla ve sık tüketmekten kaynaklanıyor. Eğer beslenme sisteminizde beyaz un, şeker ve bunlardan üretilen ekmek, makarna, beyaz pirinç pilavı, pizza, açma, börek, poğaça, çörekler, bisküvi, grissini, cips veya şekerlemeler, gazlı kolalı içecekler fazlaysa bir süre sonra kilo almaya, kan şekerinizi dengelemede zorlanmaya ve şeker, tansiyon ve kalp hastası olmaya adaysınız denilebilir. Karbonhidrat kaynağı olarak tam tahılları (köy ekmeği, bulgur pilavı gibi), baklagilleri (kuru fasulye, nohut), kabuklu yemişleri (fındık, ceviz, badem) veya yağlı tohumları (kabak çekirdeği, ayçiçeği çekirdeği) kullanır ve bunları kalori dengesine dikkat ederek yeteri kadar yerseniz ciddi bir sorun yaşamayacağınızdan emin olabilirsiniz.

POSA-KİLO İLİŞKİSİ

Beslenme listenizde yer alan karbonhidratların glisemik yükünü, yani kilo yapıcı etkilerini azaltmak istiyorsanız bunun en etkili yollarından biri daha fazla lif-posa tüketmeniz. Günlük posa kazanımınız arttıkça yalnız kilo vermeniz kolaylaşmaz, kanda şeker, kolesterol, trigliserid seviyeleriniz daha kolay dengelenir. Fazla posalı beslenmenin özellikle kolon kanseri için de ciddi bir koruma sağladığı da biliniyor. Bunun nedeni posalı yiyeceklerin içindeki liflerin bağırsaklarda yağ ve şekeri emen bir sünger gibi davranması, ayrıca bağırsak duvarını kaplayarak yiyeceklerin içindeki yağ ve şekerin daha az emilmesini sağlaması. Prensip olarak posa-lif herhangi bir yemeğin glisemik yükünü azaltmanın en kolay yoludur. Kuru fasulyenin makarnadan, bulgurun pirinç pilavından daha az kilo kazanımına yol açmasının sebebi düşük glisemik indeksi ve bunun nedeni de kuru fasulye ve bulgurdaki yüksek posa içeriği. Yulaf kepeği, öğütülmüş keten tohumu eklenmiş salata veya yoğurtlar, bol salatalık eklenmiş cacık, her öğünde bol salata çeşitleri, yemeğe bol sebzeli az yağlı bir çorbayle başlamak, ara öğünlerde şeker oranı düşük meyveler ya da sebze parçaları atıştırmak günlük posa tüketiminizi arttırmanın en kolay yolları.

İNSÜLİN DİRENCİ NASIL OLUŞUYOR?

Kötü karbonhidratları (özellikle beyaz tehlike gurubunda yer alan unlu, şekerli besinleri) fazla tüketirseniz, özellikle de şekerli yiyecekleri çok abartırsanız kanınızdaki insülin seviyesi çok yükselir. Özellikle çabuk emilen şekerler için bu tehlike her zaman vardır. Kanınızda dolaşan insülin miktarı çok artınca hücreleriniz zamanla insüline direnç göstermeye, yanıt vermemeye başlar. Bu durum “insülin direnci” olarak bilinir. Bu soruna yakalananlar aynı işi yapmak için giderek daha fazla insüline ihtiyaç duyarlar. Bundan sonrası artık “uyuşturucu bağımlılığı ” gibidir. Giderek bedeniniz daha da fazla insüline ihtiyaç duymaya başlar. İnsülin seviyeniz arttıkça vücudunuz (özellikle göbek, bel, kalçanız) yağlanır, kilo alırsınız. Bu kısır döngü sürer, gider. Zamanla önce “erken diyabet ”, sonra da “şeker hastalığı ” ile sonuçlanır. İnsülin direncinin kalp hastalığına yakalanma, felç geçirme, bellek kaybı ile karşılaşma, hatta kansere yakalanma açısından da önemli riskler oluşturduğu biliniyor. Kısacası bedeniniz şekerle boğulduğunda kanınızdaki insülin seviyesi zirve yapıyor. Bu insülin banyoları bir süre sonra insülin direncine kilo kazanımına ve şeker hastalığına sebep oluyor. Bu kötü gidişi önlemenin iki temel anahtarı var.
Bir: Gereğinden çok karbonhidrat tüketmemek.
İki: Glisemik indeksi yüksek olan beyaz tehlikelerden (un, şeker, nişasta) uzak durmak!

GENÇ VE SAĞLIKLI CİLT İÇİN-Osman MÜFTÜOĞLU

Bazı sağlık programlarında önerilen lazer, ozon terapileri, hormon ampulleri gibi uygulamaları yaparsak, cildimiz işkence ettiğimiz organların başında gelecek!

Öyle öneriler var ki, “O işkenceye Bayburtlular dayanamaz”. Oysa dengeli ve doğal beslenme, sağlıklı bir yaşam, bol su ve az şeker, sağlıklı ve pürüzsüz bir cilt için yeter de artar...

Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU - Yıllardır günlük egzersizlerimi hafta içi akşam saatleri, hafta sonu ikindi vakti yapıyorum. Evde yürüme bandında 45-50 dakika yürümek daha kolay geliyor. Yürürken ya kitap-dergi okuyor ya da televizyon izliyorum. Cumartesi, pazar egzersizlerim TV’deki “sağlık programları”na rast geliyor. Geçen hafta kanalları gezerken bir anda dehşet içinde kaldığımı fark ettim. Bazı sağlık programlarında önerilenleri yaparsak, cildimiz işkence ettiğimiz organların başında gelecek! Öyle öneriler var ki, akıllara ziyan! Hani o ünlü fıkradaki gibi: “Bu işkenceye Bayburtlular bile dayanamaz”.

Cildi ‘ütüleyen’ masajlar

Genç ve güzel görünmek, özellikle de “kırışıksız, pürüzsüz, yumuşacık” bir cilt isteyenlere bu programlarda önerilenlerden bazıları şunlar: Lazer uygulamaları, mezoterapi, oksijen kürleri, ozon terapileri, lipoliz yöntemleri, vitamin-mineral enjeksiyonları, hormon ampulleri, magnetoterapiler, radyo dalgalarıyla yapılan uygulamalar, infrared ışınlarıyla yapılan uygulamalar, akupunktur, ultraviyole ışınları, cildi ütülemekten başka işe yaramayan aletli masajlar, kil tatbiki, çamur banyoları, karınca yumurtaları, salyangoz merhemleri... Bunlar sadece “bazıları”, isterseniz dahası da var! “Sağlıklı ve iyi yaşlanma” konusundaki çalışmalarımdan öğrendiğim şeylerden biri de şudur: Hangi yaşta olursak olalım (erkek kadın fark etmiyor), cildimizdeki değişikliklerden hepimiz etkileniyoruz.

Dahası cilt sorunlarımız olduğu zaman –özellikle bu sorunlar görünür bir yerlerimizde ise- paniğe kapılıyor, iyileşmenin veya örtbas etmenin çarelerini arıyoruz. Yaşlanmadan en çok etkilenen organlardan biri de cildiniz. Çünkü çevresel yaşlanmadan en çok o etkileniyor. Güneş ışınları, sigara dumanı, kullanılan kötü cilt ürünleri, hijyenik olmayan yaşam tarzı seçimleri ve daha pek çok şey cilt yaşlanmasını hızlandırıyor. Buna kötü beslenme, uykusuzluk, alkol kullanımı ve stres eklenince iş daha da zorlaşıyor. Cildimizde meydana gelen değişiklikler belirginleştikçe de paniğe kapılıyoruz, tuzağa düşmemiz kolaylaşıyor.

Beslenmeye dikkat

Bana sorarsanız cilt sağlığını korumanın, genç, dinç, parlak, pürüzsüz, kaliteli bir cilde sahip olmanın yolu önce doğru beslenmekten, sonra da onu zararlı dış etkilerden korumaktan geçiyor. Kremler ve haplar ancak üçüncü sıraya yerleşebiliyor! Bu yazıda size sonuçları tehlikeli olabilecek, bilimsel temeli olmayan öneriler hakkında uyarıda bulunmak, beslenmenin cildi ne kadar çok etkilediğini hatırlatmak, herhangi bir öneri olduğunda mutlaka bir dermatoloji uzmanına danışmanızı salık vermek istedim. Okuyacaklarınız aslında yeni şeyler değil, eski yazılarımdan hazırlanmış kısa bir özet. Bazen bildiklerimizi hatırlamak bile yeterli olabiliyor...

Kırışıkları önleme planı

- Daha fazla domates tüketin.
- Antioksidan gücü zengin üç meyveye öncelik verin: Erik, üzüm ve elma.
- Omega-3 zengini balıkları daha çok tüketin: Örneğin uskumru, hamsi, levrek.
- Omega-6 yağ asitlerinden destek alın: Zeytinyağı, fındık yağı, ayçiçeği yağı (Fazla tüketmemeye dikkat).
- Turunçgillerden zengin bir besin planı yapın (turunç ve kabukları da dahil).
- Yeşil ve siyah çaydan yararlanın.
- Daha çok sebze tüketin (En tazeleri).
- Keten tohumu ile tanışın.
- Ceviz, badem ve fındığı unutmayın.
- Suyu ihmal etmeyin

Genç ve sağlıklı bir cilt için yeterince su için. İyi nemlendirilmiş bir cildin kırışıklıklara karşı direnci artar. Gün boyu dengeli su içmeniz, cildinizi kuruluktan koruyan en önemli ilaçtır. Ortalama 7-8 bardak temiz su tüketmeli, bitkisel çaylardan da (özellikle yeşil çay, papatya çayı, karahindiba çayı) yararlanmalısınız. Taze sıkılmış meyve sularının da (kalorilere dikkat) güçlü cilt destekleri olduğunu (havuç ve pancar suyu tavsiye ediliyor. Nar suyu son yılların favori meyve suyu oldu) hatırlatalım.

Meyveler ve sebzelerin tümü cilt dostu besinlerdir. Özellikle antioksidan gücü yüksek meyve ve sebzelere öncelik vermeli, renkli, organik, doğal, taze ve katkısız olanlarını kullanmalısınız. Bekletilmiş, bayat veya pişirilmiş sebze ve meyvelerdeki antioksidan gücün önemli ölçüde azaldığını unutmayın.

Hap kullanırken gebe kalınması sorun yaratır mı?-Osman MÜFTÜOĞLU

Hap kullanırken gebe kalınması sorun yaratır mı?

Doğum kontrol hapları kullanırken gebelik olursa ve bu gebeliğin devamı istenirse büyük bir endişe duyulmaması gerekir. Gebelik başlangıcında kullanılan doğum kontrol hapları ACOG (American College of Obstetricians and Gynecologists)’a göre doğumda anormalliklere neden olmamaktadır.

Bununla beraber, 2009’da yapılan bir araştırma gebelik sırasında hapların kullanılması ile erken doğum ve düşük tartılı bebek oluşması arasında bir ilişki bulunduğunu gösterir. Önlem olarak, gebe kalındığı fark edilir edilmez doğum kontrol hapları bırakılmalı ve doktorunuzla bu durumu paylaşarak riskler konusunda bilgi almalısınız.

Kilo kaybı

Kilo kaybı genellikle son 6 ila 12 ay içinde vücut ağırlığının yüzde 5’inden fazlasının azalması şeklinde ifade edilmektedir. Kilo kayıplarında vücudun kas ve yağ kütlesinde düşme olmaktadır. Vücut ağırlığında azalmanın çeşitli nedenleri olabilir. Tiroid bezinin hızlı çalışması, kontrolsüz diyabet, emilim bozuklukları ve aşırı egzersiz gibi durumlarda artmış iştaha rağmen kilo kaybı görülür.

Besin maddesi alımında azalma, kronik hastalıklar, kalp ve akciğer hastalıkları, yutma güçlüğü, kusma ve karın ağrısı gibi mide-barsak rahatsızlıklarına bağlı sindirim bozuklukları, psikiyatrik hastalıklar (depresyon), ağır enfeksiyonlar, kanserler, AIDS, sinir sistemi bozuklukları, bazı ilaçlar (uyarıcılar, kanser ve tiroid ilaçları, müshiller), yeni protezler, diş kayıpları, çiğneme güçlüğü oluşturan durumlar, ağız içindeki yaralar kilo kaybının nedenleri arasında sayılabilir.

Kilo kayıpları yorgunluğun başlıca nedeni olabileceği için dikkatle araştırılması gerekmektedir. Hikâye ve fizik muayenenin ardından başlangıç testleri olarak kan sayımı, elektrolitler, kan şekeri, kalsiyum, böbrek ve karaciğer fonksiyon testleri, TSH, HIV testi, sedimantasyon, CRP bakılmalı ve akciğer filmi çekilmelidir.

Yaptığınız yanınıza kâr kalsın

Klinikte sıkça karşılaştığım sorulardan biri de “Benim için ideal egzersiz hangisidir?” oluyor. Genellikle verdiğim yanıt hep aynı: “Yapabileceğiniz fiziksel aktivite size uygundur.” Elbette bu tümcenin açılımı da var. Yaş, cinsiyet, kilo, taşıyıcı sistemi ilgilendiren sağlık sorunları gibi farklılık yaratacak durumları göz önünde bulundurarak, bir egzersiz uzmanından da destek alarak bir program oluşturmak gerekiyor.

İnsanları, fiziksel aktivite yapmaktan soğutan iki önemli neden var: Sıkılma ya da bıkma ve sakatlanma. O nedenle bir uzmanın rehberliğinde, doktorunun kontrolü altında aktivite yapan kişilerde sakatlanma riski en aza indirgeniyor. Aynı zamanda aktivite uzmanı tarafından değişik önerilerle zenginleştirilen programı bıkmasını engelliyor.

Fiziksel aktivite yapmak, kalori harcama fırsatı yaratmaktır. Aerobik egzersizler yaparak direnç egzersizleriyle olduğundan daha fazla enerji harcarsınız. Direnç egzersizleriyle yeterince kalori yakılamadığından, kayda değer bir kilo kaybı sağlayamazsınız. Bundan, direnç egzersizlerinin beden sağlığı için gerekli olmadığı anlamını çıkarmamalısınız. Ancak daha fazla kalori yakmak istediğinizde tercihiniz kardiovasküler egzersizlerden yana olsun. Zaman zaman yoğunluğunu da zamanını da değiştirerek uygulayın. Vücudunuz ezberine alamadığı böyle bir etkinlik sayesinde daha fazla enerji harcar.

İleri ve orta şiddette egzersizleri, aynı egzersiz ortamında ya da dönüşümlü olarak, farklı günlerde yapmak daha yararlıdır. Buna “aerobic base-building” deniyor. Aynı gün, farklı aktiviteleri, ardı ardına yapmak da bir başka çözüm olabilir. Bu yöntemin adı da: “cross-training”. Bu değişiklik, yalnızca sıkılmamanızı sağlamakla kalmaz, değişik kas gruplarını çalıştırarak daha geniş etki sağlar.

Ayrıca, hep aynı eklemlere yük binmediğinden sakatlanma riskiniz de azalır. Fizik aktivite, puzzle’ın yalnızca bir parçasıdır. Dengeli bir beslenme planı oturtmadan kilo yönetimi sağlanamaz.

Turp, lahana, şalgam

Her pazarda kolayca bulabileceğiniz ucuz sebzelerin başında turpgiller geliyor. Bu sebze ailesinin en önemli üyeleri ise turp, lahana, karnabahar ve şalgam. Bu gruba siyah pancarı da dâhil edebilirsiniz.

Bu gruptaki sebzelerin hepsi mükemmel birer toksin temizleyici. Özellikle kansere yol açabilen zararlı ve toksik maddelerden vücudu temizlemekte ve hatta bu tür kanserojenlerin hücrelere verdiği zararı önlemede faydalı olabilecek onlarca madde içeren doğal besinler bunlar.

Ayrıca bu gruptaki yiyeceklerin bağışıklık sistemini güçlendikleri de biliniyor. Turpgillerde bol miktarda bulunan C, E vitaminleri ve beta karoten mükemmel antioksidanlar. Bu besinler ayrıca güçlü birer kalsiyum kaynağı. Turpgillerin içinde bulunan indol-3-kalbinol ve benzeri maddeler kansere karşı korunmada mükemmel faydalar sağlıyor. Bu ucuz ama etkili ve lezzetli sağlık koruyucularında daha sık faydalanmanızı tavsiye ederim.

Osman MÜFTÜOĞLU-ÇOCUKLAR DİYET YAPMAZ

Çocuklarda kötü beslenmenin işaretlerinden biri de kilo artışıdır.

Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU; Fazladan alınan ve harcanmayan zararlı kalorilerin yağ olarak depolanması kilo sorununa, hatta obeziteye sebep olur. Bu da çocuğunuzda ileride telafisi güç sorunlara yol açar.

Bu çocuklarda hormonal gelişme bozulur. Boy uzaması yavaşlar. şeker hastalığına, hipertansiyona eğilim artar. Bu nedenle fazla kilolu çocukları sağlıklı bir kilo aralığına indirmek zorunludur.

Bunu başarmak için onları doğrudan diyet programlarına sokmak yerine önce yüksek kalorili yiyecek ve içeceklerden (pizza, meyve suları, gazozlar, kolalı içecekler, cipsler, gofretler, dondurma ve çikolatalı atıştırmalar) vazgeçirmek gerekir.

Çocuklarda kilo sorununu çözerken kalori kısıtlamalarını esas alan diyet planlarına pek ihtiyaç duyulmaz. Diyet planları yalnızca aşırı kilosu olan 14 yaş üstü gençlerde, çok büyük bir dikkatle kısa süreli olarak uygulanır. Sağlıklı bir kilo aralığına girilir girilmez de “diyet” bırakılır.

Özellikle büyüme çağındaki çocuklarda yanlış hazırlanmış düşük kalorili diyetler büyüme ve gelişmede sorunlara yol açabileceği için bu nokta çok ama çok önemlidir. Kilolu çocuk ve gençlerde yapılması gereken üç temel değişim var.

Bir: Yüksek kalorili, faydası az, zararı çok yiyecek içecekleri bırakmak.
iki: Sağlıklı ve dengeli, ihtiyacı kadar kaloriyi temin edebilecek ve büyümeyi destekleyecek doğru bir beslenme planı yapmak.
Üç: Egzersiz, yani aktivite alışkanlığını yeniden canlandırmak.

Sözün kısası, konu çocuklarda kilo fazlalığı sorununun çözümünü yalnızca diyet listelerine havale etmek, onu bir diyet merkezine emanet etmek yetmez. Sürece onu da ortak etmek ve motive etmek şarttır.

Bir nokta daha var: Bazı çocuklarda kilo sorunu hormonal-metabolik sebeplerden de kaynaklanabilir. Böyle bir durumda sadece kiloya odaklanıp arka plandaki sorunu görmezden gelmek ya da fark etmemek gelecek için tehlikelidir. Çocuk sağlığı uzmanları ya da endokrinoloji-metabolizma uzmanları işte bu noktada mutlaka devreye girmelidir.

Ne kadar erken başlarsanız sonuç o kadar iyi olur

Çocuk ve gençlerde beslenme konusuna mümkün olduğu kadar erken yaşlarda el koymak gerekiyor. Doğru ve kalıcı alışkanlıklar kazandırmak için yola erken çıkmak, erken başlamak şart!

Konulan kurallar, verilen bilgiler, iyi ya da kötü alışkanlıklar çocuk ne kadar küçük yaştaysa o kadar etkili ve kalıcı oluyor. Araştırmalar fazla kilolu veya obez bir çocuğun yaşı ne kadar büyükse sorunun o kadar zor çözüldüğünü, kilolu bir yetişkin olma ihtimalinin o oranda arttığını gösteriyor.

Çocukluk çağında sağlıklı beslenen, kilo sorunu yaşamayan, aktif, hareketli, mutlu, keyifli, formda bir çocuk genellikle büyüyünce de kilo problemi yaşamıyor. Dolayısıyla hızlı hareket etmemizde fayda var.

Toksik besin ne yapıyor

Çocuk ve gençlerin bedeni de “iyi şeylerden daha çok faydalanıp kötü ve zararlı olan şeylerden mümkün olduğunca kaçmak” kuralı üzerine planlanmış bir organizasyondur.

Bu kural beslenme alanında da normalde tıkır tıkır işler. Eğer dışarıdan yanlış bir müdahale, yönlendirme yapılmazsa çocuk bedeni faydalı besinler tüketmek, zararlı besinlerden kaçmak üzere programlanmıştır.

Yanlış ve zararlı yiyecekler bedene yüklendiğinde çok geçmeden isyan eder. Boyalı, katkılı, kimyasallarla kirlenmiş, doğallığını yitirmiş, genlerin tanımadığı ne idiğü belirsiz yiyecek ve içeceklerle beslendiklerinde cilt döküntülerinin, ishallerin ortaya çıkması, ağrıların, uyku bozukluklarının başlaması, hatta hiperaktivite ve benzeri huy değişikliklerinin olması işte bu “doğal olamayana” isyandandır.

Çocuk bedeni ve ruhunun isyanını fark etmez, zamanında el koymazsanız çocuklarınız sadece fazla kilolu olmaz. Doğal koruyucu bağışıklık kalkanlarını kaybettiklerinden üç-beş günde bir hastalanırlar. Sık sık ateşleri yükselir. Boğazları şişer. Kulakları akar. Uykuları bozulur. Deri döküntüleri, egzamalar, sivilceler başlar. Okulla, öğretmenlerle, sizinle ilişkileri bozulur. Huyları değişir.

Kısacası, pek çok şey ters gitmeye başlar. Akıllı, bilgili ve dikkatli anne babalar, öğretmenler, rehberler, bu isyanı erkenden tanıyanlar ve yanlış gidişe zamanında el koyanlardır.

Osman MÜFTÜOĞLU-ZAYIFLATMA SEKTÖRÜNE DİKKAT

Yaz yaklaştıkça kilolu kadınların telaşlanması adetten, telaşın nedeni de fazla kiloların yol açtığı beden biçimi, özellikle de selülitler. Ne var ki estetik kaygılar bazı kadınların paniğe kapılıp yanlış arayışlara yönelmelerine sebep olabiliyor.Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU

Kilolu kadınların yaz telaşı bana göre anlamsız ama tatlı bir telaştır. Anlamsızdır; çünkü kilo sorununun sebep olduğu estetik problemler kimsenin ömründen bir dakika çalmaz. Tatlı, keyifli bir telaştır; çünkü kadınlar hayatın estetik yanıyla fazlaca ilgilidir. Zarfın mazruftan daha önemli hale geldiği günümüzde kilo ve selülit sorununun estetik yanını önemsememekse öyle kolay başarılacak bir şey değil. Ne var ki kozmetik-estetik kaygılar bazı kadınların paniğe kapılıp yeni ve yanlış arayışlara yönelmelerine sebep olabiliyor.

Bu arayışların genellikle hiçbir işe yaramadığı da kesindir! Kilo vermenin (ya da kilo almamanın, sağlıklı bir kilo aralığında kalmayı başarmanın) veya selülitle mücadele etmenin yolu sağlıklı beslenmek ve aktif bir hayat sürüp enerji fazlasını yakmaktan ve kendini hoş görmekten ibarettir ama çoğu kadın ne diyet yapmayı ne azıcık hareket etmeyi ne de kendini hoş görmeyi göze alamıyor.

YAĞLARI MI ERİTELİM, HÜCRELERİ Mİ PARÇALAYALIM

İşte o zaman işler karışıyor, hatta zıvanadan bile çıkabiliyor. Sonuçta “şu hapları yut, yağlarını bir ayda erit” gibi saçma sapan ve hatta zararlı olabilen öneriler ya da “şu aletle yağlarınızı parçalayıp kırarak sizi hemen zayıflatabiliriz” gibi tavsiyelere yenik düşülüyor.

Özetle “yaz yaklaşıyor, bikini sezonu kapıda, eğer sahillerde yağsız ve de selülitsiz boy göstermek istiyorsanız yağ yakan haplardan ya da yağ hücrelerini parçalayan yeni teknolojilerden faydalanın” önerileri bugünlerde tavan yapmış durumda.

Bu önerilerden birini ve birkaç gün önce yayınlanan bir röportajı okuyan bir hastamın anlattıklarını duyunca canım sıkıldı. Canımı sıkan önerinin saçmalığı değil, öneriyi yapanın bir doktor olmasıydı. Hekim arkadaşımıza göre bu yeni yöntem “özellikle karın, bel bölgesi ve basenlere uygulandığında iyi sonuç veriyor. Bu alet sayesinde ses dalgaları belirli bir derinlikte odaklanıyor ve yağ hücreleri bu dalgaların yarattığı yüksek basınçta patlatılıyor.” Patlayan bu yağ hücrelerinin başına gelenler ise çok enteresan, fizyolojik ve biyokimyasal kuralların tümünü altüst ediyor: “Çeperleri çatlayıp patlayan yağ hücreleri hücrelerin arasına sıvı olarak yayılıyor. Hücre değil amit mübarekler! Sonra da damar sistemleri aracılığıyla karaciğere gidiyor. Karaciğer bu yağları (her nasılsa!) tıpkı yemeklerden gelen yağlar gibi doğal bir şekilde metabolize ediyor, bağırsaklara aktarıyor ve bağırsaklar yoluyla vücudunuzdan atıyor”. Bu mükemmel hikaye kulağa hoş geliyor ama ne yazık ki sadece hoş bir masaldan ibaret.

AMAN DİKKATLİ OLUN

Değerli okur, öyle görünüyor ki sizin ilaçlarla, otla, çöple kilo verme konusundaki arzularınızı kazanca çevirmek isteyenlere yenileri eklenmiş. Onlar şimdi de icat ettikleri “abdülmucit kesbiçer” teknolojilerle de size yardımcı olmak niyetindeler. Aman dikkatli olun!

Aklınıza “hocam bu hapların ya da teknolojilerin hiç mi işe yarayanı yok” diye bir soru gelebilir. İşe yarayabilecek bazı teknolojiler var. Ama kiminin etkileri oldukça sınırlı, kiminin faydadan çok zarar verme ihtimali söz konusu. “Ama yine de denemeye değer olanı yok mu?” diye soracağınızı da biliyorum. Bu sorulara yanıt arıyorsanız gelecek yazılarımı bekleyin.

Şimdilik söyleyebileceğim şey şu: Kilo ve selülit sorununun çözümü sorunun tıbbi nedenlerini halletmekle ya da kilo almayı kolaylaştıran yaşam tarzı yanlışlarını düzeltmekle başarılabilecek bir iş. Eğer sorunun çözümünde yardımcı olabilecek reçeteli ilaçlar, bitkisel destekler ya da bazı teknolojik uygulamalardan yararlanmayı düşünüyorsanız çok ciddi bir araştırma yapmalı, sorup soruşturmalı ve mutlaka bir değil birkaç uzmanın görüşüne başvurmalısınız. “Gaza gelirseniz” bedeninizin değil, sadece cüzdanınızın inceleceğini ve başınıza bazı sağlık sorunlarının gelebileceğini lütfen aklınızdan çıkarmayın.


Su içmek için en doğru zaman hangisi?

Suyu canınız ne zaman çekiyorsa o zaman için! Yemekten önce, yemekte, yemekten sonra fark etmez. Eğer bir öğünde daha az yemek istiyorsanız yemeklerden yarım saat öncesinden itibaren 1-2 bardak su içmeye çalışın. Bu durumda metabolizmanız hızlanır, tokluk hissiniz artar ve daha az yersiniz. Prensip olarak suyun ne zaman içileceğinin sağlık açısından çok fazla önemi yok. Önemli olan suyun ne zaman içileceği değil, temiz, kaliteli, mineralden zengin, pH’sı yüksek (mümkünse 7 ve üzeri) su içmek. Kabızsanız biraz daha fazla su içmeye gayret edin. Düzenli aralıklarla sık sık ve az az için. Önemli bir nokta da şu: Her şey gibi suyun da fazlası zarar verebilir. Özellikle kalp ve böbrek yetmezliği olanların aşırı su tüketmemelerinde fayda var.

Koroner arter tomografisinden kimler istifade etmeli?

Halk arasında “anjiyosuz anjiyo” diye bilinen koroner arterlerin tomografiyle incelenmesine son yıllarda eskisinden daha sık başvuruluyor. Teknolojik gelişmeler bu yöntemin görüntüleme gücünü müthiş arttırdı. Elde edilen görüntüler mükemmele yakın. Ne var ki tomografi işleminde kişilerin çok fazla radyasyona maruz kalmaları bu tetkik için ciddi bir handikap. Koroner BT Anjiyografi genellikle doğrudan halka pazarlanıyor. Devlet kurumları ve özel sağlık sigortaları tetkikin giderlerini karşılamayı reddediyor. Bana göre bu tetkikin yapılıp yapılmaması kararını kendiniz vermeyin. En azından bir iç hastalıkları uzmanı, mümkünse bir kardiyologla bu incelemeye ihtiyacınız olup olmadığını tartışın. Bu inceleme doğru kişide, doğru zamanda kullanıldığı takdirde çok ciddi faydalar sağlayabilecek önemli bir radyolojik yöntem. Dikkat edilmesi gereken doğru kişilere, doğru zamanda yapılması ve deneyimli uzmanlar tarafından yorumlanması.

HDL’yi ilaçla yükseltmek mümkün mü?-Osman MÜFTÜOĞLU

HDL’yi ilaçla yükseltmek mümkün mü?

İyi kolesterol HDL’nin azalması, özellikle de kritik hudutların altına düşmesi (% 35 miligram ve altı), koroner arterler için en az kötü kolesterol LDL’nin yükselmesi kadar önemli bir sorun. İşin kötüsü HDL azlığına çoğu zaman yüksek trigliserid seviyeleri, kan şekerinde yükselme eğilimi ya da gizli diyabet (prediyabet), ürik asit fazlalığı ve göbek-karın bölgesinden yağlanmanın da eşlik etmesi. Bütün bunlar HDL azlığıyla birlikte damar sertliğini daha da ciddi bir tehdit haline getiriyor. Düşük HDL seviyelerini arttıran bir ilacı geliştirmek için birçok firma yoğun çabalar gösterdi. Bunlardan biri (Pfizer) önemli bir mesafe kat etmesine rağmen son aşamada (ortaya çıkan yan etkiler nedeniyle) çalışmalarını ürünü piyasaya vermeden iptal etti. Şimdilik ufukta yakın bir gelecek için ciddi bir alternatif de görünmüyor. Tek alternatif olarak geriye bir B vitamini olan niacin kalıyor. Ne var ki niacin alınması zor bir ilaç. Sık sık istenmeyen yan etkilere yol açıyor. Bu nedenle şimdilik bilinen diğer seçeneklerden istifade etmekte yarar var: Daha sık ve yoğun egzersiz yapmak, şişmansanız fazla kiloları vermek, sigara içiyorsanız bırakmak, trans yağlı yiyeceklerden kaçınmak...

KOLESTEROL SORUNU-Kolesterol düşürücü doğal ürünler işe yarıyor mu?-Osman MÜFTÜOĞLU

Kolesterol düşürücü doğal ürünler işe yarıyor mu?

Kolesterol sorunu olanların bir kısmı yan etkilerinden duydukları endişelerle reçeteli kolesterol ilaçlarını kullanmak istemez. Benim de böyle düşünen hastalarım var, çoğu doğal bir destek arayışı içinde... Doğal bitki özleri veya besinlerle kolesterolü düşürdüğünü iddia eden ürünlerin sayısıysa oldukça fazla. Ne var ki bunların çoğu güvenli veya etkili değil. Çoğunun söylemleri iddiadan öteye geçemiyor. Ama yine de kolesterol sorunu olanların kullanabilecekleri birkaç doğal destek var. Bunların en ünlüsü kırmızı mayalı pirinç. Bir tür kırmızı mayada fermente edilmiş pirinçten (red yeast rice) elde edilen özlerin toplam kolesterolü % 15-25, kötü kolesterol LDL’yi % 30 oranında düşürebildiğini gösteren bilimsel bulgular var. Bu ürünler reçetesiz satılıyor. Ürünlerin içinde doğal lovastatin var. Bilindiği gibi bu madde aslında sentetik olarak üretilen Mevacor isimli ilacın içindeki maddenin aynısı. Doğal kolesterol düşürücüler arasında bitkisel sterol ve stanoller, polikosanol alkol, yeşil çay ve guggul da ekleniyor. Benim önerimse bu ürünlerden faydalanmayı düşündüğünüzde de doktorunuzla konuşmanız.

KALP KRİZİ-Kalp krizine yol açan duyguların en kötüsü hangisi?-Osman MÜFTÜOĞLU

Kalp krizine yol açan duyguların en kötüsü hangisi?

Olumsuz, endişe yoğunluğu fazla duygular kalbiniz için en az kolesterol kadar kötü ama uzmanlar kalp sağlığı açısından en zararlı duygunun “kızgınlık” olduğunu söylüyor. Hatta dozu kaçırılmış, kontrolsüz, aşırı kızgınlık halinin özellikle önceden eğilimi olanlarda bir-iki saat içinde kalp krizi geçirme olasılığını ciddi oranda yükselttiği belirtiliyor. Bazı kardiyologlar (örneğin Dr. Özgen Doğan/New York) kızgınlık veya saldırganlık duygusunun yüksek kolesterol düzeyi ve sigaradan bile tehlikeli olduğunu düşünüyor. Bu arada kalbe en faydalı duyguyu da belirtelim: Gülmek! Dr. Özgen Doğan’a göre gülmek en iyi ilaçlardan biri: Stresi azaltıyor, düşmanca hisleri ortadan kaldırıp saldırganlığı önlüyor. Gülmenin etkili bir stressavar, uyku ilacı, kas gevşetici ve ağrı kesici olduğu da aklınızda olsun.

KİLO SORUNU-Kilo aldıran ilaçlar hangileri?

Kilo aldıran ilaçlar hangileri?

Depresyon ilaçları, betablokerler, kortizon içeren hap ve iğneler, bazı idrar söktürücü tansiyon ilaçları, ağızdan kullanılan bazı şeker ilaçları ve insülin iğneleri ve doğum kontrol haplarının kilo almayı kolaylaştırabileceği biliniyor. Eğer herhangi bir ilacı kullandıktan sonra kilo almaya başlarsanız bu durumdan doktorunuzu bilgilendirebilir, mümkünse ilacınızı değiştirmesini isteyebilirsiniz. Ama yukarıda belirttiğim ilaçlardan herhangi birini kullanıyorsanız kilo aldıracağı (veya aldırdığı) endişesiyle doktorunuza bilgi vermeden o ilacı kesinlikle bırakmamalısınız. Özellikle şeker ilaçlarını, insülinin ve tansiyon ilaçlarını doktorun bilgisi dışında bırakmanız ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Sakın böyle bir hatayı yapmayın!

KIRMIZI ET-Döner sağlıklı bir besin mi?-Osman MÜFTÜOĞLU

Döner sağlıklı bir besin mi?

Eğer işin içine hile hurda karıştırılmaz, temiz, kaliteli kırmızı et kullanılır, işin yağ kısmı fazla abartılmazsa kömür ateşinde pişmiş dönerin (etin yakılmaması koşuluyla) sağlıklı bir besin olduğu söylenebilir. Herhangi bir et ürününü ızgarada yağsız olarak yakmadan kızartmak sağlıklı bir pişirme yöntemi. Bunu ister çevirme, ister döner yöntemiyle uygulayın fark etmez. Kızartılan ette yağ miktarı azalır ve herhangi bir zararlı yağın karışma ihtimali ortadan kalkar.

BESLENME-Kolesterolüm normalse yumurtayı ne sıklıkta yiyebilirim?-Osman MÜFTÜOĞLU

Kolesterolüm normalse yumurtayı ne sıklıkta yiyebilirim?

Kolesterol sorunu olmayan sağlıklı bir yetişkinin haftada 3-4 gün, günde bir yumurta tüketmesi bile sorun yaratmaz. Bir yumurta ortalama 200-220 miligram kolesterol ihtiva eder. Sağlıklı bir yetişkinin günlük kolesterol ihtiyacı da 300 miligram civarında. Bununla birlikte kolesterol sorununuz yoksa yumurta yemekte abartıya kaçmamak koşuluyla, çok temkinli davranmanız gerekmiyor. Yumurta mükemmel bir protein kaynağı olduğu, içindeki yağların büyük oranda faydalı yağlar içerdiği, vitamin ve minerallerden zengin yapısı nedeniyle de mükemmel bir besin. Yumurtanın kahvaltıda yendiğinde uzun süre tok tuttuğu için kilo kontrolünü kolaylaştıran bir besin seçeneği olduğunu da hatırlatalım.

HİPOGLİSEMİ-Tatlı krizleri hastalık işareti olabilir mi?-Osman MÜFTÜOĞLU

Tatlı krizleri hastalık işareti olabilir mi?

Tatlı krizleri özellikle orta yaş ve sonrası dönemi yaşayan kadınlarda sık görülen bir problem. Sık tekrarladığında açık ya da gizli bir hipoglisemi varlığına işaret eder. Hipoglisemi problemi olanların çoğunun sağlık hikâyesinde çikolata krizleri, dondurma patlamaları, kurabiye nöbetleri vs. olması mutaddır. Ama yine de her tatlı krizinin hipoglisemiden kaynaklanması gerekmiyor. Özellikle stres ve depresyon sorunu olanlar ruhsal kökenli tatlı krizleri yaşayabiliyor. Yani bu krizlerin duygusal nedenleri de olabiliyor. Özellikle orta yaşlı, hafif kilolu kadınlar tatlı krizleri ile birlikte “sık acıkma, yemeklerden sonra yorgunluk veya uyuklama, terleme, sinirlilik” gibi yakınmaları olması halinde hipoglisemi yönünden denetimden geçmelidir.

MENOPOZ-Ateş basmaları için hangi doğal destekler kullanılmalı?-Osman MÜFTÜOĞLU

Ateş basmaları için hangi doğal destekler kullanılmalı?

Soya izoflovanları, black cohosh ve cimifuga özleri menopoza bağlı terleme ve ateş basmalarını azaltmak için en sık kullanılan destekler. Bazı durumlarda bunların birlikte kullanılması da mümkün. Bu destekler doğal-bitkisel olsalar da doktor tavsiyesiyle kullanılmaları daha doğru. Özellikle sağlık geçmişinde meme kanseri olanların soya izoflovanlarına başlamadan önce doktorlarıyla görüşmeleri lazım. Eğer herhangi bir ilaç almadan bu sorunlarla mücadele etmeyi düşünüyorsanız benim önerim keten tohumundan da faydalanmanız. Keten tohumu lignanlardan zengin yapısı nedeniyle (bitsel östrojenlerden biridir) bu tür yakınmaları azaltabiliyor.

ENGİNAR KARACİĞERİ KORUR MU-Osman MÜFTÜOĞLU

Enginar karaciğeri korur mu?

İlgi alanınız beslenme olunca doğal olarak yöneltilen yeme-içme soruları da artıyor.

Geçtiğimiz haftanın en enteresan sorularından biri şuydu: “Bir televizyon programında karaciğeri temizleyebilmek için her yıl altmış enginar yemek gerektiğini duydum. Bu bilgi doğru mu, altmış enginar yemek zorunda mıyım?”

İşte yanıtım: Bazı bitkilerin sağlık faydalarından istifade etmek konusu insanlık tarihi kadar eskidir. Sahip olduğumuz “doğal eczane”nin ilaç değerinde binlerce, on binlerce moleküle sahip olduğu da kesindir. Çaydaki kateşinler, havuçtaki betakaroten, balıktaki omega-3 yağları, karnıbahardaki sulforafan, sarımsaktaki allisin, üzümdeki rezveratrol en az eczaneden satın alacağınız vitamin hapları kadar değerli maddeler. Bununla birlikte son yıllarda doğal eczanenin gücünü biraz abartanlar, daha doğrusu bu işi abartarak işin ticaretini yapmaya kalkanlar var. Enginardaki cynarin’in veya deve dikenindeki syllimarin’in karaciğere faydalı olduğu doğru ama bu faydayı karaciğeri tedavi etmek için kullanmak isterseniz neredeyse bir kamyon karnıbahar ya da deve dikeni tüketmeniz gerekiyor. Doğru olanı şu: Bu besinlere yiyecek planlarımızda daha sık yer vermeli, besinlerdeki bu çok özel maddelerden faydalanmamız gerekirse, ki bu kararı doktorlara bırakmalıyız, güvenli koşullarda üretilmiş ve standardize edilmiş bitkisel desteklerden faydalanmayı düşünmeliyiz.